MEHMET KARA
Lisanssız güneş enerji santralleri (GES), 2010’lu yıllarda Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelişin önünü açan projeler olarak öne çıktı. İlk 10 yılında üreteceği elektrik için sabit fiyattan alım garantisi sunulan lisanssız GES’ler girişimcilerden büyük ilgi gördü.
Bugün toplam kurulu güçleri 7 bin MW’a yaklaşan bu gruptaki yatırımlar aşama aşama 10’uncu yıllarını dolduruyor. Kilovatsaat başına 13.3 cent (dolar) seviyesindeki alım fiyatı uygulaması sona erince bu santrallerin gelirleri çok hızlı düşüyor.
Buna bir de, başlangıçta sıfır olan sistem kullanım bedeli ödeme zorunluluğu da eklenince bazı santrallerin kontak kapatmak zorunda kalmaları söz konusu. Çünkü üretimi arttırdıkça bırakın daha çok kâr elde etmeyi, zarar rakamını yükseltmeleri söz konusu.
Bu durumdaki santrallerin işletmecileri, bir anda ellerindeki tesislerin gelir getiren ya da en azından para geden varlık değil, tam tersine borç üreten birer varlığa dönüştüğüne tanık oldular. Peki bu tesislerin sonu ne olacak? İşte bu soruların cevap aramak için söz konusu tesisleri işleten kişi ve kuruluşların üyesi bulunduğu bir derneğin sözcüsüne kulak veriyoruz. Güneş Enerjisi Yatırımcıları Derneği (Güneşder) Başkanı Mehmet Özer, Enerji Günlüğü’nün sorularını cevapladı.
Solar sektöründe en son kurulan dernek sizinki sanırım, Güneşder neden kuruldu ve sektördeki pozisyon nedir?
Aslında Türkiye’nin ilk güneş enerjisi derneği, Güneşe Derneği idi. 2017 yılında kuruldu, kurucu başkanı da bendim. Ama Güneşe Derneği yıllar içinde misyonunu tamamladı. Birçok yeni dernek kuruldu. Biz de o dönemde faaliyete son verdik. Ama son 3-4 yıl içinde güneş yatırımcılarının ciddi sıkıntıları oldu ve diğer dernekler genelde farklı konulara odaklandılar. Biz de yatırımcıyı temsil eden, yatırımcının kamuyla olan ilişkilerine destek verecek bir dernek kurduk, Güneşder. Bizim en büyük farkımız, derneğimizin amacı Türkiye’de güneş yatırımlarının sağlıklı bir şekilde ilerlemesi.
Peki Günder ve Gensed gibi derneklerin bu anlamda yatırımcıları temsil kabiliyeti yok mu?
Şimdi, daha önce yatırımcıların aleyhine olan birçok uygulama oldu. Bunların hiçbirinde diğer dernekler, konuya dahil olmadılar. Herhangi bir görüş bildirmediler. Dolayısıyla Güneşder’in kurulma mecburiyeti öyle doğdu. Yani diğer derneklerin amacı daha çok pazarın büyütülmesi, Türkiye’de daha çok kurulum yapılması vesaire gibi farklı konular oldu. Ama hiç kimse dönüp de, bu ülkede güneşe yatırım yapmış, taşın altına elini koymuş insanların haklarının savunulması ya da yatırım ortamının düzeltilmesine yönelik çalışmadı. Onun için biz Güneşder’i kurduk.
Peki Güneşder’in kurulduğu dönemdeki sorunlarla bugünküler aynı mı? Bir yol kat edildi mi ve bugünkü sorunlar neler?
Şu anda güncel olan en büyük konu şu. YEKDEM mekanizması dışına çıkan, yani 10 yıllık destek alma dönemi biten santraller, an itibariyle şu anda ürettiğinden çok sistem kullanım bedeli, dağıtım bedeli ödemeye başladı ve zararına çalışıyorlar. Zararına çalıştıkları için de bu santraller şalter kapatmaya başladı. Bir santralin şalter kapatması demek, bir müddet sonra tesislerdeki bekçilerin maaşlarının bile artık ağır bir yük haline gelmesi demek. Ve bu santraller bir yerden sonra terk edilip bir hurdaya dönüşür.
Bunlar 10 yılını doldurmuş santraller mi?
Evet 10 yılı dolduranlar. Ama bir güneş santralinin ekonomik ömrü dünyada 30 yıldır ve şu anda yani Yunanistan’da, İtalya’da, Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da, 20, 25, 30 yıldır çalışan santraller var. Üretim yapıyorlar. Ekonomik hayatlarına devam ediyorlar. Yani güneş santrali 10 yıl bitti diye çöpe atılacak bir yatırım değil.
Sözünü ettiğiniz santraller, ne kadarlık bir kurulu gücü temsil ediyor?
Anlattığımız kapsamda kurulan santraller 7.000 megavat, 7 Gigavat. Yani Türkiye’nin kurulu gücünün önemli bir bölümü. Böyle bir kapasiteyi de heba etmemek lazım.
10 yılını doldurmuş olanların verimlilik seviyeleri nedir? Çünkü teknoloji çok hızlı ilerledi son 10 yılda, onun için soruyorum.
İyi projelendirilip kurulmuş santrallerde halen verimlilik oldukça yüksek. Ama tabii ki akılcı bir politikayla normalde bu santrallerin hayatına devam etmesinin sağlanması gerek. Yani bu santrallerin modernizasyonlarının yapılması gerek. Ama şunu söyleyebilirim, iyi yapılmış bu santraller, 10 yılını doldursa bile verimleri gayet iyi, gayet efektifler. Ama her ne olursa olsun teknoloji gelişti. Yani bu santralleri aslında küçük yatırımlarla daha verimli hale getirmek de mümkün. Yani bunun da önünün açılması lazım ama bilakis bunun önünün açılması değil. Hani mevcut santrallerin şu anda hayatına devam edip edemeyeceği ile ilgili bir endişe yaşıyor sektör.
Lisanssız santrallerden alınan sistem kullanım bedeli, diğer GES’lerde yok mu?
Lisanslı santrallere göre lisansız santrallerden 56 kat daha fazla alınıyor. Diyelim ki bir tarlanız var ve patates üretiyorsunuz. Ürününüzü pazara götürmek için kamyona yüklüyorsunuz ve diyelim ki bir kamyon patates 10.000 TL. Ama kamyoncu sizden bunu nakletmek için 15.000 TL istiyor. Yani şu anda lisansız GES yatırımcısının durumu bu. Yani şu anda ayda 100.000 liraya enerji satıyor ama dağıtım şirketinden 160.000 liralık sistem kullanım bedeli faturası geliyor. Yani ve bu durumda elektriği ne kadar çok satarsa firma o kadar çok zarara giriyor, böyle bir şey olamaz.
10 yıllık YEKDEM süresini henüz tamamlamamışlar da aynı durumda mı?
Anlattığım durum, 10 yılını tamamlamışlar için geçerli. Ama 10 yılını tamamlamamış lisanssız GES’lerin de yaşadığı çok ciddi sorunlar var. Yani oradaki en önemli konu da şu. Yatırımcılar, bu santralleri dolarla borçlanarak, uzun vadeli kredilerle kurdular. Tabii ki fizibiliteler hazırlandı. Bankalar bu fizibilitelere bakarak bunları kredilendirdi. Yani şu anda Türkiye’de yapılan enerji yatırımlarının yüzde 99’u banka kredisiyle yapılır. Bu uzun vadeli bir iştir. Ve ilk baştaki yapılan fizibilitelerde dağıtım bedeli yüzde 4 civarındayken zaman içinde kamu idaresi bu dağıtım bedelini yüzde 35’lere kadar yükseltti. Tabii ki yola çıkarken yapılan hesaplarla bugünkü hesaplar birbirini tutmuyor ve şu anda bu santrallerin bir kısmı artık borçlarını çeviremez hale geldiler. Çünkü kendilerinden yüzde 4 olarak alınan bir bedelin yüzde 35’e çıkması kimsenin öngörebildiği bir şey değildi. Ve dünyada da bunun başka bir örneği yok. Yani dünyada bu tip bedeller ya alınmıyor ya da alınan ülkelerde yüzde 12 alınıyor.
Lisansız santrallerin 10 yıllık destekleme sürecinde kendilerini amorti etmiş olmaları beklenmez mi?
Şimdi buradaki espri şudur. Aslında tüm dünyada bu tür santral yatırımları 10 yıl için yapılmaz, 25-30 yıl için yapılır. Ama 10 yıllık destek yatırımcıyı biraz da cesaretlendirmek içindir. Zaten yenilenebilir enerjileri destekleme mekanizmasının adı buradan geliyor. Ya da yenilenebilir enerjilerin desteklenmesi kanunu var. Devlet yatırımcıya “sen bu yatırımı yap, 10 yıl boyunca şu fiyattan enerjini alacağım” diyor. Ama yatırımcı borca girip santrali kuruyor. İşletme takviminin tam ortasındayken alınan sistem kullanım ve dağıtım bedelleri 10 kat, 12 kat gibi orantısız şekilde artırılıp yatırımcılar zarara sokuluyor ve zora düşürülüyor. Yani bu gerçekten kabul edilebilir bir şey değil. Bu konuda bir kurul kararı var ve “dağıtım bedelini bu esaslara göre, 10 yıl boyunca şu formüle göre alırız” diyor. Ama beşinci yılda diyorsunuz ki, ben bunu iptal ettim.
Tek tek kurulmuş ve çoğu 1 MW gücündeki bu santralleri toplayıp daha büyük portföyler oluşturan yatırımcılar da mı aynı durumda?
Tabii tabii, aynen.
Güneş elektriğinin payı bazı günler yüzde 20’leri aşıyor, bazı santraller durmasa bu pay daha yüksek olacak öyle mi?
Evet, şu anda hiç çalışmayan santraller var. Bazıları tamamen stop etti yani. Ya da zararın çok olduğu dönemlerde duranlar var. Çünkü elektrik fiyatları normalde saatlik belirleniyor. Oluşan piyasa takas fiyatına göre zarar artıyor ya da azalıyor. Bu sefer ne oluyor? İşte öğle saatleri elektrik fiyatları düştüğü zaman bu santraller daha çok zarar ediyor. Bu sefer ne oluyor? Bu santraller öğleyin şalteri kapatıyor. Ya da mesela pazar günleri sanayi durduğu için elektrik fiyatları düşüyor. Pazar günleri komple zarar ettikleri için pazar günleri çalışmıyorlar. Bir kısmı da komple şaltere indiriyor. Hiç çalışmıyor yani. Çünkü artık sürdürülebilir bir faaliyet olmaktan çıkıyor bu. Yani tesiste çalışan bekçinin masrafını bile çıkaramaz hale geliyorsunuz. Halbuki bu santralleri dünyada tek biz yapmadık. Benzeri santraller Bulgaristan’da, Yunanistan’da, İtalya’da, Fransa’da, Almanya’da da var. Ve bu santraller 20-30 yıl üretim yapıyor. Teknolojileri yenileniyor verimleri arttırılıyor ve tekrar kullanılıyor. Yani bunlar aslında milli ekonomi için önemli birer değer. Yani bunların efektif şekilde kullanılması gerek.
Ama daha verimli yeni santraller kuruldukça eskilerin zorlanması normal değil mi?
Yeni, örneğin 2025’te kurulan santral ile 2015 yılında kurulmuş iyi bir santral arasında verimlilikte hiçbir fark yok aslında. Olsa olsa arada yüzde 1 belki oynuyordur. Buradaki tek fark yeni kurulan santrallerde arazi boyutlarının ufalması. Türkiye’de 1 MW’lik bir santral yılda ortalama 1.600.000 kWh elektrik üretir. 2015’te kurulan düzgün, kaliteli kurulmuş bir santral gene 1.600.000 kWh üretiyor, 2025’te kurulan iyi bir santralde belki 1.630.000 kWh üretiyor. Yani arada eski santralleri rekabetten düşürecek farklar yok.
Ama yeni GES’lerin kurulum maliyetleri de düşük…
Evet, eskiden 1 MW’lık santrali 20 dönüm üstüne kuruyorduk, şu anda 12 dönüme kuruluyor. Ama bu durum enerji üretim maliyetini aynı oranda etkilemiyor. Yani biz 5’e üretirken yeni kurulanlar 3’e üretiyor gibi bir durum söz konusu değil.
Sadece sabit yatırım maliyeti çok yüksekti geçmişte diyorsunuz…
Evet, tabii ki. İşte destekleme mekanizması da geçmişte tam da bunun için devreye sokulmuştu. Ama şimdi zora sokulan bu santrallerin milli ekonomiye kazandırılması lazım.
Nasıl yapılacak peki, çözüm öneriniz var mı?
Burada bizim iki tane önerimiz var. Bunları Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na da yazılı olarak sunduk. Şu anda biliyorsunuz sanayicinin çok büyük bir sıkıntısı var. Kendi ihtiyaçları için santral kurmak istiyorlar. Gayet haklı bir talep. Ama trafolarda bağlantı kapasitesi olmadığı için kuramıyorlar. Ama bir taraftan da 5-1-C dediğimiz, ilk kurulan 7.000 MW’lik işletmede olan santraller var. Bu santraller artık yaşayamaz duruma geliyor. Yani bizim bakanlığa sunduğumuz önerilerden bir tanesi, 5-1-C santrallerin mahsuplaşma metodunu saatlikten 5-1-h gibi aylığa çevirmeleri durumunda bu santraller sanayicilerin işine yarayacak, onların derdine derman olacaktır. Bu durumda da bir taşta iki kuş vuruluyor. Hem bu santrallerin çöpe gitmesini engelliyoruz, ekonomiye kazandırıyoruz, hem de sanayiciye ihtiyacı olan ucuz elektriği üretme imkanı sunuyoruz. Bunun son derece makul ve milli ekonomiye faydalı bir model olduğunu düşünüyoruz.
Ama siz ticari açıdan zorda, para da etmeyen bir yatırıma bir karar ile yeniden değer kazandırıp sahibine kazanç sağlanmasını öneriyorsunuz ve bunun uygulanabilirliği biraz sorgulanır sanki…
Şimdi öyle düşünmeyin. Ben size bir tane yaşanmış bir örnek anlatacağım. Bu bir tıp doktoru ağabeyimiz, şehir içinde bulunan 4 milyon dolar değerindeki arsasını satıp o günün şartlarında örnek veriyorum 4 MW’lik güneş santrali kurdu. 10 yıl bunu çalıştırdı. Şu anda santrallerinin pazar değeri 2 milyon dolar etmiyor. Ama Gaziantep’te 10 yıl önce satmış olduğu 4 milyon dolarlık arazinin şu andaki değeri 20 milyon dolar. Yani bugün bunların hepsi enerji yatırımıdır. Enerji yatırımlarını insanlar bütün dünyada belli bir kazanç beklentisiyle yapar. Yani kimse yatırım 10 yıl sonunda çöpe dönsün ya da ben 10 yıl sonra yatırdığım parayı alayım, ondan sonra konu bitsin diye bu işe girmez.
Bunlar 5-1-h modeline benzer şekilde işletilebilir hale getirilsin derken, sadece öz tüketim amaçlı kullanma şartıyla mı bunu öneriyorsunuz?
Evet, evet, aynen öyle.
Geçmişteki “1 ampul, 1 MW” eleştirilerine de konu olmayacak artık bundan sonra diyorsunuz.
Evet, olmayacak yani. Madem böyle bir eleştiri var, biz de çözümünü öneriyoruz. Diyoruz ki tamam madem öyle bunları öz tüketime bağlayalım, sanayi tesislerinin derdi çözülsün. Bu tesisler de çöp olmasın.
Peki nasıl bağlayacaksınız pratikte?
Çok basit. Her bir tesisin bir tüketim noktası var. Ama şu andaki sorun, bu tesisler saatlik mahsuplaşma yapıyor. Eğer saatlik değil aylık mahsuplaşma yaparsa bu santraller, o zaman sanayici bunları kullanabilir. Saatlik mahsuplaşma ile de bir sanayi tesisine bunu bağlamak mümkün. Ama birçok sanayi tesisi 12:00 ile 13:00 arasında çalışmıyor. Güneş santralinin maksimum üretim yaptığı bu zaman dilimlerinde o enerji işletmeci açısından tabiri caizse boşa gidiyor. Ama aylık mahsuplaşma olursa sanayici kendi ürettiği bu enerjiyi, GES’inin üretim yapamadığı örneğin gece saatlerinde de kullanabilmiş oluyor. Ya da birçok sanayi tesisi cumartesi pazar çalışmıyor.
5-1-h modelinde böyle bir sorun yok mu?
Yok, çünkü aylık mahsuplaşma var. Yani siz öğlen 12:00-13:00 arası kullanmadığınız enerjiyi akşam 8’de 9’da kullandığınız enerjiyle mahsuplaştırabiliyorsunuz.
Peki diğer önerilerinize gelelim.
Geçtiğimiz bahar aylarında İspanya-Portekiz özelinde çok büyük bir şebeke çöküşü yaşandı. Şimdi bundan yaklaşık 15-20 yıl öncesine baktığımız zaman Avrupa’da, dünyada elektrik, barajlar, termik santraller, doğalgazla, kömürle bu tip şeylerle üretiliyordu. Bir de nükleerle ve bunlar genelde kontrol edilebilen kaynaklar. Yani barajın vanasını çevirip suyu kesiyorsunuz, üretim duruyor ya da tam tersi, suyu açıyorsunuz, çalışıyor. Kömür ve doğalgaza dayalı termik santraller de kontrol edilebiliyor. Ama şu ana baktığımız zaman son 20 yıl içinde bütün dünyada çok fazla yenilenebilir enerji kuruldu. Ağırlığı ise rüzgâr ve güneş. Ama rüzgâr ve güneşin şalteri bizlerde değil, doğada. Yani siz şimdi Konya’da, Karaman’da 1 GW gücünde bir santral kuruyorsunuz. Harika. Ama bir anda devasa bir bulut kütlesi geliyor. Bir anda 1 GW 5 dakika içinde şebekeden düşüyor. Şimdi bu sorunlar aynı şey rüzgârda da var. Şebekenin yönetilebilmesini zorlaştırıyor. İspanya’da Portekiz’de olan şey de şebekenin yönetilemediği için şebekenin çökmesi. Aynı risk bizim için de geçerli. Bunu Bakan Bey de ifade etti. Bunun olmaması için bu işin çözümü de depolama. Eğer şebekenizde, milli şebekenizde yeterince depolama kapasiteniz varsa bu tip şoklarda darbe yemiyorsunuz. Bunu kompanse edebiliyorsunuz. Bizim bakanlığa olan diğer önerimiz de, bu lisanssız güneş santrallerinin yanlarına her 1 MW’lık santrale 1 MWh’lik depolama tesisi kurulması şartıyla lisans verilmesi ve bunların lisanslı bir oyuncuya çevrilip enerji sektörüne kazanılması. Yani bu durumda da bu insanlar enerjinin günlük fiyatı neyse o fiyattan, saatlik fiyatı neyse o fiyattan satarlar ve enerji pazarına rekabet getirirler.
Çok yönlü bir etkileri olacak bir çözüm öneriyorsunuz yani…
Evet, burada da bir taşla bir sürü kuş vuruluyor. Yani neticede Türkiye 7.000 MWh’lik bir depolama kapasitesi kazanacak. Türkiye’de depolama işine yatırım yapan bir sürü şirket var. Bu şirketlere ciddi bir iş imkânı, ciddi de istihdam sağlamak demek. Öte taraftan da bu santraller enerji sektörüne lisanslı oyuncu olarak dahil edildiği zaman toplam enerji pazarındaki fiyatı aşağı çekecekler, rekabet getirecekler.
İki önerinizi, ikisini bir arada mı sunuyorsunuz yoksa hangisi tercih edilirse mi diyorsunuz?
Biz ikisini bir arada sunuyoruz. Bakanlık hangisini uygun görüyorsa onu uygulamalarını talep ediyoruz. İkisi birden uygulanabilir mi? Yani kimi santral sahibi depolamayı, kimileri 5-1-h’ı tercih etti diyelim. Lisansız kalmak isteyen, öz tüketime, 5-1-h’a döner. Yok ben ekstra yatırım yapayım, elektrik piyasası oyuncusu olmak istiyorum diyen onu yapar. Hepsi mümkün.
Peki başka öneriniz var mı?
Yani bu konuda bizim en büyük sorunumuz şu anda Türkiye’de 7.000 MW gücündeki santralin akıbetinin belli olmaması. Her ne kadar A şirketinin, B şirketinin, Ahmet’in, Mehmet’in malıysa da bunlar neticede Türkiye’nin malıdır. Bu yatırımcıların hepsi bu ülkenin vatandaşıdır. Dolayısıyla bu yatırımların bir şekilde ekonomiye kazandırılması, heba edilmemesi lazım. Çünkü 7.000 MW’lik bu santraller, ortalama maliyete göre yaklaşık 7 milyar dolarlık bir yatırım demek. Ülke olarak bunu heba edecek bir lüksümüz yok. Dolayısıyla biz bunların bir şekilde ekonomiye kazandırılmasının ülkenin yararına olduğunu söylüyoruz.
Bu önerileri sunduktan sonra herhangi bir gelişme oldu mu?
Henüz olmadı, bekliyoruz. İlgili bakan yardımcımız bir etki analizi yapacağız dedi ki haklılar. Bunlar uygulandığı zaman nelere yol açar, ne olur, olumlu, olumsuz etkileri ne olur, bunun analizini yapacaklar. Biz önerilerimizi sunduk. Konuyu değerlendirip bir an önce aksiyon almalarını bekliyoruz. Çünkü sebep şu. Türkiye’de 2013’te, 2014’te, 2015’te kurulan lisanssız GES’ler, sözünü ettiğimiz 7.000 MW’ın sadece 500 MW’lık kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla şu anda bu sorunları bu 500 MW’lik kısım yaşıyor. Ama önümüzdeki sene bu sorunları yaşayan santral sayısı artacak, toplam güçleri de 2500 MW’a çıkacak. Bir sonraki sene 7.000 MW’nin tamamı bu sorunları yaşar hale gelecek. Yani bu sorun katlanarak büyüyecek. Dolayısıyla bir an önce müdahale edip bir çözüm sunmak herkesin menfaatine.
Mehmet KARA – Enerji Günlüğü
.