Yapay zekâdan Trump’a, Fukushima’dan Dünya Bankası’na… Nükleer enerji, 66 yıl sonra yeniden küresel oyuna mı dönüyor?
Pentagon Pizza Teorisinin mucidi Soğuk Savaş dönemindeki Sovyet casusları. Eğer Pentagon çevresindeki pizzacılarda ani bir yoğunluk yaşanırsa, ABD’nin büyük bir askeri operasyon planladığı çıkarımını yapmışlar.
13 Haziran 2025’te, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırısından kısa bir süre önce, Pentagon civarındaki pizzacılarda yoğunluk artışı gözlemleniyor ve sosyal medyada da bu durum paylaşılıyor. Paylaşımın hemen ardından ise Tahran’da bombalar patlıyor. Benzer yoğunluklar 1989 Panama İşgali ve 1991 Körfez Savaşı’nda da yaşanıyor.
Pentagon sözcüsü “Pizza siparişine ihtiyacımız yok. Binamızda pizzacımız, sandviççimiz, suşicimiz var” dese de görünen o ki pizza Pentagon çevresinde epey seviliyor. Demek ki “Herkesi mutlu edemezsin çünkü sen pizza değilsin” tespitini yapan ünlümüzün de bir bildiği varmış!
Peki bugün bizlerle aynı kaderi yaşayan ve “herkesi mutlu edemeyen” nükleer enerji, yarın için bir “pizza” olabilir mi? Gelişmeler epey hızlı.
DÜNYA BANKASI’NDA DOLAŞAN MEKTUP
Haziran ayı Dünya Bankası’nın tarihinde bir kırılma noktasıydı. Banka 66 yıl aradan sonra ilk kez nükleer projelere destek vermeye başlayacağını açıkladı. Dünya Bankası en son 1959 yılında bir projeye destek vermişti. O günden sonra da nükleer projeler Dünya Bankası’ndan istediği ilgiyi görememişti.
Başkan Ajay Banga’nın kurum içi gönderdiği ve basına yansıyan e-postada, artık Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile iş birliği içinde olacakları ve ilk aşamada mevcut reaktör iyileştirmelerini, altyapı ve şebeke güçlendirmelerini destekleyecekleri yazıyordu.
Peki ne oldu da Dünya Bankası bu kararı verdi?
ABD, Dünya Bankası’nda açık ara en büyük hissedar. Daha sonra sırasıyla Japonya, Çin, Almanya, Fransa ve İngiltere geliyor. Bu ülkeler, Dünya Bankası sermayesinin önemli bir kısmını oluşturdukları için oy hakları da diğer ülkelere göre daha fazla.
ABD’DEN NÜKLEER RÖNESANS
ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz mayıs ayında, ülkesinin nükleer enerji kapasitesini 2050’ye kadar 4 katına çıkarmayı hedefleyen ve büyük ölçekli reaktörlerin inşasını hızlandıran bir dizi başkanlık emri imzaladı. Trump’ın hedefi 2030’a kadar ülkede 10 büyük nükleer reaktör inşaatını başlatmak. ABD’de son 20 yılda yalnızca 2 yeni reaktörün inşa edildiği düşünüldüğünde, Trump’ın hedef koyma konusunda da en az saçları kadar iddialı olduğu görülüyor.
Trump’ın imzaladığı kararnameler arasında finansman yönünden “yardımcı olma” talimatı da var. Bu talimat şimdilik mevcut reaktörlerin modernizasyonu için olsa da Trump’ın bu hamlesi sonrasında Amerikalı; Oklo, NuScale, Centrus gibi nükleer enerji ile ilgili şirketlerin hisseleri borsada yaklaşık %20 oranında değer kazandı. Uzmanlar bu değer artışlarını nükleer enerjinin geleceğine duyulan güven ve nükleer enerji için bir “rönesans” olarak yorumluyor.
DEPREM, TSUNAMİ VE NÜKLEER SESSİZLİK
Japonya 11 Mart 2011’de 9 şiddetinde bir deprem ve depremin tetiklediği tsunami ile sarsıldı. Deprem öyle güçlüydü ki dünyanın ekseni kaydı. Tsunami ile oluşan dev dalgalar kimi bölgelerde 40 metreyi aştı. Bu felaket Fukishima Nükleer Santralinde de ciddi sorunlara neden oldu. Santralin yedek jeneratörleri sular altında kaldığı için acil durum soğutma sistemleri de devre dışı kaldı. Soğutma yapılamayınca reaktörlerdeki artık ısı kontrol edilemedi ve reaktör çekirdeğinde erimeler başladı. Akabinde hidrojen patlamaları ve radyasyon sızıntıları meydana geldi.
Bu felaketten sonra Japonya, nükleer enerji santrallerini geçici olarak kapattı. Eylül 2013’e gelindiğinde ise ülkede bulunan 54 reaktörün tamamı işletme dışı bırakılmıştı. Japonya 2011’deki kazadan önce; ABD, Rusya ve Fransa ile birlikte dünyadaki en büyük nükleer enerji üreticilerinden biriydi. Ülke, elektriğinin %30’unu nükleer enerjiden sağlıyordu.
Bugün ise Japonya’da Fukishima sonrası kapatılan her dört nükleer santralden biri tekrar devrede. Kimi nükleer reaktörlerin lisansları da 20 yıl uzatılmış durumda.
Şubat 2025’te Japonlar 2040 Ulusal Enerji Planlarını yayınladı. Bu plan doğrultusunda hedefleri, nükleer enerji kullanımını tekrar en üst düzeye çıkarmak.
ALMAN ŞANSÖLYEDEN ZENGİN KALKIŞI
Fukishima kazasından sonra dönemin Alman başbakanı Merkel kimilerine göre septik kimilerine göre realisttik bir yaklaşım sergiledi: “Eğer Japonya nükleerle başa çıkamıyorsa bizim de nükleerle başa çıkabileceğimize inanmamamız lazım” dedi ve hemen ertesi gün Almanya’daki 17 nükleer santralden 8’inin kapatılma kararı verildi. Diğer 9 santralin ise 2022’ye kadar kapatılacağı duyuruldu. Almanya o dönem elektriğinin %25’ini nükleer enerjiden sağlıyordu.
Merkel’in halefi olarak görev yapan Scholz’un da nükleer enerjiye karşı duruşu netti. Öyle ki nükleeri “ölmüş bir at” olarak tasvir etmişti.
ALMANYA’DAN ENERJİ POLİTİKALARINDA DENİZLERİ DEĞİŞTİRECEK DÖNÜŞÜM
6 Mayıs’ta Friedrich Merz Almanya’nın yeni başbakanı seçildi. Merz nükleer konusunda selefleri ile taban tabana zıt görüşte. Almanya uzun yıllardır Fransa’nın nükleer konusundaki çalışmalarının karşısında duruyordu. Bugün Fransa elektriğinin %70’ini nükleer enerjiden sağlıyor. Diğer taraftan yine Fransa, nükleeri olmayan ve nükleere karşı çıkan Almanya’nın da en büyük elektrik tedarikçisi.
Fransa nükleer enerjinin AB mevzuatında “yenilenebilir enerji” ile eşit muamele görmesi için uzun zamandır çalışmalarda bulunuyordu fakat Almanya bu çalışmaları hep veto eden taraftı. Şimdi ise Merz, Almanya’da koltuğuna oturduktan sadece birkaç gün sonra, Fransa’nın çalışmalarını artık engellemeyeceğini duyurdu. Bu adım enerji politikalarında köklü bir değişiklik olarak yorumlandı.
Nitekim, haziran ayında Dünya Bankası da nükleer enerjiye fon sağlama konusunda yıllar süren yasağını kaldırdı (Almanya’nın Dünya Bankasının en büyük hissedarlarından biri olduğunu tekrar hatırlayalım). Mevcut durumda Avrupa Birliğinde nükleer enerjiye karşı çıkan tek ülke ise Avusturya kaldı.
Peki ölü at nasıl dirildi?
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre bugün bir yapay zekâ sorgusu, standart bir Google aramasının yaklaşık 10 katı kadar enerji harcıyor. Elektrikli araçlar, yarı iletken fabrikaları ve yapay zekâ veri merkezleri. Hızla gelişen bu teknolojiler elektrik talebini doyumsuz seviyelere çıkarıyor. Ülkeler hem bu talebi karşılamak hem de ulusal elektrik şebekelerini korumak zorundalar. Bunun için de sisteme sürekli ve dengeli güç sağlamaları gerekiyor.
Diğer taraftan Paris İklim Anlaşması ile gündeme gelen “net sıfır emisyon” hedefi de ülkeleri temiz enerjiye zorluyor. Bu noktada öne çıkan rüzgâr ve güneş (doğası gereği) sürekli ve dengeli gücü tek başına sağlayamaması ile eleştirilirken, nükleer “güvenli liman” olarak sahadaki yerini alıyor.
Nükleer “güvenli liman” olarak görülse de sektördeki Rus hakimiyeti de bir diğer konu. Siyasi strateji olarak bu hakimiyeti sonlandırma fikri ise masadakilerin iştahını kabartıyor.
HERKESİ MUTLU EDEMEZSİN
Geçtiğimiz Nisan ayında manşetler Trump için atıldı: “Trump Pizza: Donald Trump pizza işine giren ilk ABD Başkanı oldu”. “Rönesans”ın doğduğu topraklardan gelen pizzaya olan ilgiyi aynen Ruslar gibi Başkan Trump da fark etmiş ve Trump Tower’a bir “Trump Pizza” açmaya karar vermiş.
Şimdi biz soralım:
Rusya’nın egemen olduğu nükleer enerji sektöründe, yaptığı reformlarla Başkan Trump bir “Nükleer Rönesans” başlatabilecek; nükleer enerji de bir “pizza” olup hem talep edilen enerjiyi karşılayıp hem de istenen normları sağlayarak herkesi mutlu edebilecek mi?
Belli ki önümüzdeki günlerde nükleer enerji daha çok konuşulacak.
.